24 Mart 2024 Pazar

Başkan Mansur Yavaş’la neden görüşmek istedim?

Başkan Mansur Yavaş’la neden görüşmek istedim?


Süleyman ÖZEROL

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile CHP Çankaya Belediye Başkan
Adayı Hüseyin Can Güner, 'Malatyalılar Federasyon, Vakıf ve Dernekleri' temsilcileri ile bir araya geldiler.
Gençlik Parkı girişinde bulunan Ankara Kent Konseyi Merkezinde 21 Mart 2024 Perşembe akşamı saat 18.30 sıralarında iftarın ardından Malatyalılar, Malatyalı müzisyenler Ali Almasulu’nun keman ve Mehmet Balkış’ın cümbüş sazları ile çalıp söyledikleri türkülerle birlikte oldular.
Ankara milletvekili hemşerimiz Murat Emir, bazı dernek temsilcileri ve Malatyalı hemşirelerimiz bulunanlara hitap ettiler.
Hemşerimiz CHP Çankaya Belediye Başkan adayı Av. Hüseyin Can Güner ve ilerleyen dakikalarda başka bir toplantıdan buraya katılan Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş da konuşmasını yaptı.
Konuşmalarda gündemde yerel seçimler, Nevruz Günü, Ankara, Malatya ve diğer pek çok konu yer aldı.
Başkan Mansur Yavaş'ın konuşması kültürel ağırlıklı olduğundan bazılarını not ettim. Vedalaşırken de “Sayın başkanım, sizinle görüşmek isterim” dedim. “Olur, haberleşir görüşürüz” dedi.
Başkan Mansur Yavaş’la neden görüşmek istedim?
Kırk yılı aşan süreden buyana özellikle halk kültürü ile ilgili çalışmalar yapmamla birlikte bu konudaki görüş ve düşüncelerimiz tamamen örtüşüyor.

Depremde ve Malatya

Başkan Yavaş, Malatya'da yaşanan deprem ile ilgili konularda kısaca şunları söyledi.
*Depremde Malatya'ya ilk ekmek götürenlerden olduk.
*Malatya Devlet Hastanesi'ne mobil arıtma tesisi kurduk.
*Malatya ticaret sanayi odası ile toplantı yaparak sorunları görüştük.
*Malatya halkından 10 ton kayısı alınarak destek olduk,
*Ankara'da Malatya Günleri ile esnafa destek olundu.
Başkan Yavaş tüm bu çalışmalardan Veli Ağbaba'nın destek ve çabalarından da söz etti. Veli Ağbaba da iki kez toplantıya canlı görüşmeyle katıldı.

Kültürel Konular

Kültürel konularla ilgili aldığım bazı notları da sizlerle paylaşmak istiyorum.
*81 ilin tanıtılmasının Ankara'ya yapılması… Ankara’da yaşayan başka kentlilerle ilgili olarak 81 ilin kültür bahçesini oluşturmak istedik, ancak 13 il destek vereceğini bildirdi.
*Kültürümüzün unutulmaması ve bozulmadan geleceğe aktarılması çok önemli...
*Gençlere verilen desteğe devam edeceğiz.
*Beş yıllık çalışmalarımız ‘Mansur Yavaş Belediyeciliği’ olarak adlandırıldı ve saydamlık ilkesine önem verdik.

21 Mart 2024 Perşembe

Hızır’dan Nevruz’a

Hızır’dan Nevruz’a




















Süleyman ÖZEROL


Anadolu ve yakın çevresinde Hızır ile ilgili inanmalar, ziyaret yerleri, anlatılar ve benzeri kültürel olgular oluşmuştur. Halkımız, Hızır’ı tanımlarken de çeşitli kavramlar oluşturmuştur. Bu kavramlar birçok deyim ve söz grubu biçiminde kendini göstermektedir. Bunlarda özellikle imdat bekleme, yardım beklentisi göze çarpar. Zaten Hızır, “Darda kalanların yardımına koşan” olarak tanımlanır.

Deryalar Bekçisi Hızır.
Bozatlı Hızır.
Deryalar Bekçisi Bozatlı Hızır.
Hızır uğraya.
Hızır yoldaşın ola.
Hızır carına yete.
Hızır’a yoldaş olasın.
Hızır bekleye.
Hızır saklaya.
Bozatlı Hızır carına yete.
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş.
Darda, buğda kalana kim yetişir?


Hızır…

Anadolu halkı Hızır’ı bir tanrı gibi değerlendirir, kabul eder, tanrı ile özdeşleştirir.

Bin bir adı vardır bir adı Hızır
Nerede çağırsan orada hazır


Pir Sultan’ın bir deyişi köyümüzde (Hekimhan-Ballıkaya) Âşık İmam Dede (İmama Şahin) tarafından çok yüksek bir okuyuşla söylenirdi. Süreçte Derdiyoklar, Yavuz Top ve daha başka birçok sanatçı tarafından okunmuştur.

Bakınız Pir Sultan ne diyor?

Bir yavru yolladım gurbet ellere
Amanatı sana Bozatlı Hızır
Seni bekçi derler de nice bellere
Amanatı sana Bozatlı Hızır

Nice günler gördüm aklı karalı
Nice günler gördüm dertli çareli
Bir yavru yolladım yürek yaralı
Amanatı sana Bozatlı Hızır

Haktan bize bizden halka zulüm yok
İmanım var vadesize ölüm yok
Senden başka da kanadım yok kolum yok
Amanatı sana Bozatlı Hızır

Pir Sultan Abdal’ım böyle mi olacak
Beklerim yolları da yavrum gelecek
Analı babalı da murad alacak
Amanatı sana Bozatlı Hızır


Yöremizde yaşanan bir olayı öykülediği bilinen bir başka deyiş var. Bu deyiş önce 1988 yılında Görüş gazetesinde yayınlanan “Yenilenen Köy Ballıkaya” dizi yazımda öyküsüyle birlikte yayınlandı. Daha sonra Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Enstitüsü tarafından yayınlanan Hacı Bektaş Veli Dergisinde “Şah İbrahim Veli İle İlgili Anlatımlar: Ballıkaya Köyü’nden Derlemeler” yazımda “Kışta Kalanların Deyişi” başlığı altında şiir olarak yer aldı (Yıl: 2004 Sayı: 30).

Akşam namazında çıktık Bozan’dan
Gözüm korktu hızan oğlu hızandan
Dahası kör imiş çıkmış izandan
Aman Hızır aman car sende kaldı

Avşar Çayına geldik çıkardık şalvar
Salman Sarı Beköğ sen Hakka yalvar
İlerisi çetin bunda bir hâl var
Aman Hızır aman car sende kaldı

Ulupınar’a geldik baktık geriye
Biri kıra binmiş biri doruya
Biri benzer Dede Karkın Ali’ye
Aman Hızır aman car sende kaldı

Boz Armut’a geldik gece kar idi
Salman Sarı Beköğ atı sürüdü
Kul Mustafa bir bellicek er idi
Aman Hızır aman car sende kaldı

Atlar düzüm düzüm çıkmıyor kardan
Salman cevap etti ben gitmem buradan
Kul Mustafa’m der ki ayrıldık yardan
Aman Hızır aman car sende kaldı

Görünüyor Başağa’nin söğüdü
İpşir Ağa yaylasında yoğ idi
Kırıldı mı Mezirme’nin yiğidi
Aman Hızır aman car sende kaldı

Aşılık’a geldik yolu şaşırdık
Dikmetaş’a geldik iyice şaşırdık
Salman sarı Beköğ’ü öğe düşürdük
Aman Hızır aman car sende kaldı

Yazır’ın başında hayli savaştık
Başağa er imiş toruna düştük
Çok şükür Mevla’ya biz ceme düştük
Aman Hızır aman car sende kaldı

Çevirme’den Mezirme’ye yolumuz
Sefil Ali’m üğürt eder hâlimiz
Allah soldurmaya bizim gülümüz
Aman Hızır aman car sende kaldı


Anadolu halkı kışı “Zahmarı” ve “Zahmatı” diye iki bölüme ayırmıştır. Kırk gün Zahmarı, kırk gün de Zahmatı’dır. 28 Ocak ise “Kış Yarısı”dır. ”Kış Yarısı” eskiden törenlerle kutlanırdı, şimdi birkaç köyde kutlandığına tanık oluyoruz.
Kış Yarısından sonra gelen Şubat ayının ilk haftasına “Boş Hafta” ya da “Avara” denir. Bu sıralarda kış o kadar şiddetli olur ki insanlar bir iş tutamaz, avara kalır. Kışın zahmeti çekilmektedir artık. Şubattan itibaren halk, “Adama buz gibi, kara köz gibi” dokunan poyraz yelini bekler. İkinci hafta “Hızır Haftası”dır. Bu haftada Hızır’ın insanların yardımına geleceğine inanılır ve bununla ilgili inanmalar vardır. Un çuvallarının ağzı açık bırakılır ki Hızır uğrasın, bereket işaretini vursun… Üç gün “Hızır Orucu” tutulur. Hızır kavutu, Hızır kömbesi yapılır, paylaşılır. Hızır Cemi yapılarak “Ya Hızır Semahı” dönülür.
“Ya Hızır Semahı” ile ilgili birçok ozanın deyişi vardır. Ancak yöremizde en yaygını Teslim Abdal’a ait olandır. Bu semah deyişinde “Ya Hızır” katması dize arasındadır. Semah, adını bu katmadan almıştır.

Aşnamdan ayrıldım-ya Hızır- yamandır halim
Adettir aşığın -ya Hızır- hali böylolur
Yar aklımı aldı -Yas Hızır- çevrinir başım
Mecnun dedikleri -ya Hızır- deli böylolur

Arapkir yöresinde de Süleyman Elver’den derlenen Feryadi’nin “Muhabbet eyledim sadık yar ile” söz başlı semah deyişi bilinir daha çok.

Muhabbet eyledim sadık yar ile
Ne hoş yerde irasgeldik yar yara
Müşerref olmuşam hoş cemaline
Ne hoş yerde irasgeldik yar yara


Dolayısıyla “Zahmatı” denen zahmetli, zor günlerde Hızır beklentisi ile yapılan geleneksel törenler, buna bağlı olarak inanmalar ve bunların sonucu olarak ortaya çıkan kültürel olgular Anadolu’da hala yaşamaktadır.
Hızır Haftasının ardından “Cemreler” gelir. Halk meteorolojisinde, yanmış kömür parçası, kor anlamında olup baharın gelişini, soğuk günlerin geride kaldığını simgeleyen-muştulayan cemreler önce havaya (20 Şubat), sonra suya (27 Şubat), sonra da toprağa düşer (6 Mart). Yani hava ısınır, su ılır, toprak kubarmaya başlar. Doğa canlanmıştır artık… Çocukluğumuz zamanında halkımız, “cemre” yerine “cemile” derdi espri olarak. Hatta “Cemile havaya düştü”, “Cemile suya düştü”, “Cemile toprağa düştü” denirdi.
Derken dört hafta biter, Mart gelir. Hani halkın, “Mart kapıdan baktırır/Kazma kürek yaktırır” dediği, ne yapacağı belli olmayan Mart… Miladi takvim, köylü hesabından 13 gün ileridir. “Köylü Hesabı” dediğimiz takvim de “Rumi Takvim” ile bağdaşır. Mart’ın ikinci haftası (13 Mart) köylü hesabında 14 Mart’tan itibaren Mart dokuzu hesaplanır. Yani köylü hesabında 14 Mart Martın başlangıcıdır. 21 Martta yeni bir gün başlar; Navruz…
Hava ısındı, su ılıdı, toprak kubardı, elbette navruz da çıkacak… Yani bahar gelecek. Bu gün baharın başlangıcıdır. Halk arasında Nevruz ya da Navruz diye adlandırılır. Nevruz da birilerinin sandığı gibi yalnızca bir ulusa özgü bir gün değildir. Bu güne birçok olay yüklenmiştir.

* Yeni gün, yılbaşıdır.
* Ergenekon’dan çıkış, kurtuluş bayramıdır.
* Kava’nın halkını Dehak’tan kurtardığı gündür.
* Hz. Ali’nin doğum günüdür.

Alevi-Bektaşi edebiyatında “Navruziye” adı verilen deyişler vardır.

Gelin ey nazenin canlar
Bugün nevruz-ı sultandır
Sefalar sürsün ihvanlar
Bugün nevruz-ı sultandır

Bütün mümin bütün İslam
Bugün etmek gerek bayram
Hemen sun sakiya gel cam
Bugün nevruz-ı sultandır

Aliyyül Mürteza Haydar
Cihanı gark-ı nur eyler
Bütün kurt kuş bunu söyler
Bugün nevruz-ı sultandır

Ali’nin doğduğu gündür
Bugün her günden üstündür
Hemen saki peymane döndür
Bugün nevruz-ı sultandır

Nice sırlar olup zahir
Ali’den oldu hak bahir
Şükür eyle sen ey Fahir
Bugün nevruz-ı sultandır

* * *

Lâmekân ilinden bir seda geldi
Nnevruzunuz canlar mübarek olsun
Kalb-i mü’minâna bir sefa geldi
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

Vilâdet günüdür hak Murtezâ’nın
Şemşîr-i kudretle ol Kibriyâ’nın
Na’ra-yı haydar tek açıp dehânın
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

Bu gün huruc eder cümle mevcudat
Bu dem kıyam eder yevm-i arasat
Bu demde açılır mü’mine mir’at
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

Zirûh gayri zirûh başkeser şaha
Bu dem izin alıp gelirler caha
“Fescidü” emriyle ol yüzü maha
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

Bunda hadân olur kalbi mükerrer
Gözyaşları olur la’l ü mücevher
Lâ’net et Yezîd’e ey Didârî Kemter
Nevruzunuz canlar mübarek olsun

***

12 Mart 2024 Salı

Sancılı ve Özürlü Demokrasi

 Sancılı ve Özürlü Demokrasi

1972 yılını yazında Urfa'ya atandım, Eylül ayında da Urfa Merkez Yetiştirme Yurdunda öğretmenliğe başladım.
Akçadağ İlköğretmen Okulundaki şiir yazma hevesim burada da sürdü, hatta daha da arttı. Okulda 1971 yılında iş dersinde yaptığım ciltli deftere şiirler ve yazılar yazdım, resimler çizdim. Bunları Urfa'da da sürdürdüm.
Yazdığım şiirlerin ikili dizelerinden seçme yaparak 25 Kasım 1971 tarihinde, ‘Şiirlerimden Beyitler’ başlığı altında topladım. 12 Mart 1971 Muhtırası ile ilgili olarak şu beyit vardı.

"Geldik 12 Mart muhtırasına
Türk demokrasinin yüz karasına"

Yetiştirme Yurdunda birlikte görev yaptığımız Mehmet Emin Kara, bunu okuyunca, “Türk ordusunu eleştirmişsin” dedi.
“Demokrasinin uygulanması ve korunmasını sağlamada görevli olanların anti demokratik davranışları elbette ki eleştirilmeli. Burada sorumlu olanlar, ülkeyi iyi yönetemeyenlerdir” dedim ve de tartışmayı uzatmadık.
İktidarda Küçük Amerika heveslisi bir parti ve yandaşları vardı. Ülkeyi iyi yönetemiyorlardı ki ordu yönetime el koymuştu. Ancak ordu, sağ gösterip sol vurdu. Ülkeyi yönetemeyenlerden değil, demokrat kesimden hesap sordu 
(!). Aynı amaçla (!) hareket eden 12 Eylül 1980 darbesi ise daha acımasız bir darbe oldu. 
Yarım yüzyıla aşkın bir süre önce gerçekleşen bu darbe ve sonrada yaşananları konu edinen pek çok makale, kitap yayınlandı. Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu’nun Özürlü Demokrasi kitabı bunlardan biridir.
Demokrasi, sözcük anlamıyla halkın kendi kendisini yönetmesi olarak tanımlanır. Halk kendi kendisini nasıl yönetecektir? Temsilcileriyle… Bu yönetim sırasında işler gereği gibi yürütülmediğinde demokrasi “sözde” kalacaktır elbette. İşte asıl sorun da burada… Uygulanırsa, “demokrasi”, uygulanmazsa “sözde demokrasi” var demektir. H. Nedim Şahhüseyinoğlu 18. kitabında, ülkemizde demokrasinin kurum ve kuruluşlarıyla işleyişini gerçek anlamda yerine getirilmediği belirtilirken, hala rayına oturmamışlığından ve çarpıklıklarından söz ediliyor. Kitabın 5. Bölümü ‘Muhtıralı-Darbeli Demokrasi’ başlığını taşıyor. Bu bölümde muhtıralar ve darbelerle demokrasinin gerçekleştirmek istenmesi konusu işlenmiş. Darbeler dönemindeki anti demokratik ve insanlık dışı uygulama ve davranışlardan örnekler de var.
Sıkıyönetim dönemlerinde ve sonrasında b*k yedirilen milletvekillerinden tutun da cop sokulanlar, ırzına geçilenler, çeşitli işkenceden geçirilenler, fişlenenlerin yaşadığı hesaba katıldığında bütün bunlar yüz karası değil de nedir? Demokrasinin en önemli özelliklerinden olan 'eşitlik' ve 'adaletin' sağlanamadığı bir ülkede de demokratik yönetimden söz edilebilir mi?
Demokrasiye özümsemeyen hatta cehaletin pençesinde olan toplumdan çıkan yöneticilerin hâkim olduğu ülkemizde ne olması beklenir ki?
Sancılı ve özürlü demokrasi...
Hala ülkemizde yaşayan halkları potansiyel suçlu, kendi dışındakileri terörist vatan haini ilan eden, dinin sırtından geçinen iktidarların layık görüldüğü ülkemizde elbette ki demokrasi özürlü olur.
Çok yazık çok!
Darbeleri savunanlar, darbe yöntemlerini uygulayanlar hala demokrasiden söz ediyor...

12 Mart 2024

28 Şubat 2024 Çarşamba

28 Şubat Üzerine

28 Şubat Üzerine

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 28 Şubat 1997 tarihindeki bir uyarısı, ülkemizde ‘darbe’ olarak nitelendirildi. Oysa darbe deyince yakın tarihlerde yaşadığımız 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 tarihlerindeki darbeleri anımsarız. 28 Şubat'ı bunlarla karşılaştırdığımızda ne kadar farklı olduğu görülür.
12 Eylül 1980’den itibaren yaşanan bazı durumları basından özetleyerek sunalım.
* Gözaltına alınanların sayısı: 650.000
* Fişlenenlerin sayısı: 1 milyon 683.000
* Yurttaşlıktan çıkarılanların sayısı: 14.000
* Pasaport verilmeyenler: 388.000
* Kapatılan dernekler: 23.7
* Açlık grevinde ölenler: 14
* Çatışmalarda öldürülenler: 74
* İşkence ile öldürülenler: 171
* Görevine son verilenler: 4.891
* Cezaevindeki gazeteciler: 31
* Yakılarak yok edilen yayın: 39 ton
* Basın özgürlüğü karşıtı yasa: 151
* Yasaklanan yayın: 927
* Yasaklanan film: 927
* İdamı istenenler: 7.000
* Ölüm cezası verenler: 517
* Askeri Yargıtay'ın onayladığı idam: 124
* İdam edilenler: 50
* İnfaz edilen sol görüşlü: 18
* İdam edilen sağ görüşlü: 8
Ve daha ve daha...

Bu darbelerde b*k yedirilen milletvekillerinden arkalarına cop sokulanlardan, eşleri önünde tecavüz edilenlerden ve daha pek çok insanlık dışı davranışlardan da söz edilir. Bütün bunlar düşünüldüğünde hangisinin 28 Şubat'ta yaşandığını düşünün artık...
Hiçbiri...
Yapılmak istenen bir şey vardı; elsiz ayaksız yeşil yılanı durdurmak!
Dikkat ediniz durdurmak, öldürmek değil. Ancak durduramadılar. Ülkeyi ele geçirdi ve yeraltına çekilerek dinleniyor.
Birileri hala “28 Şubat” diyerek elsiz ayaksız yılanın temsilciliklerini sürdürmekten çekinmiyorlar. Dinin kutsallığını ayakaltına almaktan maşa olarak kullanmaktan da...
Özellikle siyasetçiler ve ticaretçilerin cehaletin artmasını da körüklediklerini görüyoruz. Çünkü cehalet arttıkça hâkim olacakları kitleler çoğalacaktır. Halkın aydınlanması bunların aleyhine olduğu için cehaletin çoğaltılmasını sağlamaya gayret ediyorlar.
Cehaleti yüzde yüz ortadan kaldırılmak olası değil. Ancak en aza indirilerek topluma daha fazla zarar vermesi önlenebilir. Gelin görün ki eğitim bile cehaletin temsilcilerinin eline verilmek isteniyor.
Dileriz ülkemiz daha aydınlık, daha güzel, daha iyi yaşanır demokratik bir duruma kavuşur.
Dileğimiz güzel günlerin görülmesidir…

28 Şubat 2024

24 Şubat 2024 Cumartesi

Atalarımız, “Akıl yaşta değil baştadır” demişler

 Atalarımız, “Akıl yaşta değil baştadır” demişler

Süleyman ÖZEROL

Atalarımız, “Akıl yaşta değil baştadır” demişler. Elbette ki bu sözle zekâ düzeyi ve bireysel farklılıklarla birlikte deneyimlerini de dile getirmişler. Zaten bilimsel eğitimde de durum böyledir.
Konuyu köylümüz genç avukat Hüseyin Can Güner'in Ankara'ya Çankaya Belediye Başkan Adayı gösterilmesine bağlı olarak giriş yapmak istedim.
Neden mi?
Hüseyin Can'ın adaylığı için ‘çok genç’, ‘deneyimsiz’, ‘Alevi’ (!) gibi değerlendirmeler ve eleştiriler yapılacağı olası bir durum. Hatta kendi partisinden bile eleştiriler olacaktır. Ki bunlar da doğal bir durumdur.
Eeee...
Kendileriyle zerre kadar ilgisi olmayan Fatih Sultan Mehmet'i ecdadımız diye överek göklere çıkaran ırkçı ve dinciler onun on dört yaşında İstanbul'u fethetmesini överken Çankaya Belediyesi için aday olan Hüseyin Can'ın onun iki katından fazla yaşlı olduğunu unuturlar. Otuz iki yaşında Ankara Belediye Başkanı olan Ali Dinçer ve başkalarını da unuturlar elbette...
Bunlar bir yana tarihimizin ne kadar tarihsel olduğu zaten hep tartışma konusu olmuş tarih derken ülkenin halkın değil sarayın tarihi yazılmış.
Fatih'in öğretmenleri ile göz ardı eden yüzeysel düşünceler çocuk yaşta birini yüceltmekten çekinmemişler bilimselliğe ve yeniliklere ise karşı çıkmışlardır. Hüseyin'in okuduğu okulun saygınlığını da göz ardı etmişlerdir.
Seksenli yıllarda Özal'ın onlarca olumsuz hukuksal uygulamalarının yargıdan dönmesini sağlayan, Adalet Bakanlığı süresince CMUK ve diğer pek çok yasa değişikliği ve hukuksal yeniliklerle ülkedeki adaletsiz baskıcı yapanın demokratikleşmesinde katkısı olan Mehmet Seyfi Oktay ve de Yargıtay 1 ağır ceza dairesi eski başkanlarından Mehmet Yalçın Hüseyin'in öğretmenleriyle birlikte örnek aldığı ve yararlandığı çağdaş demokrat hukukçulardır.
Bu sacayağı, köyümüzün bağrından çıkan değerlerden oluşmuş olup, “Güneş Mezirme’den doğar” sözünün de bir yansıması gibidir.
Hüseyin'in Aleviliği ille de konuşulacaktır. Dil, din, cinsiyet ve benzeri konularla ayırım yapanlar, Alevilik de sanki bir sorunmuş gibi göstermeye çalışıyorlar halen. Bu tür düşünce ve davranışlar, insana insan gözüyle bakmayan, içgüdüsel davranışlarından vazgeçmeyen saplantılı düşüncelere sahip olanların göstergesidir.
Hüseyin'in en yüksek puanlar almasına karşın önünü tutanlar, Fethullahçıların hışmına uğrayan ve seçici kurul karşısında hakkını alan Arguvanlı genci ve binlercesini de unutmasınlar.
Dedesi yaşındaki hırçın, çirkin davranışlı politikaların Hüseyin gibi efendi, ağırbaşlı gençlerden ders almaları gerekir.
“Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz”, 
“Bütün ümidim gençliktedir!” diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün emanet ettiği gençlik ülkemizi yönetmelidir.
Gencimiz Hüseyin Can Güner'i kutluyor başarılar diliyor, gözlerinden öpüyorum.

Ankara, 18 Şubat 2024

31 Ocak 2024 Çarşamba

Babamın Aramızdan Ayrılışının Beşinci Yılı

Babamın Aramızdan Ayrılışının Beşinci Yılı

Süleyman ÖZEROL

Babamın aramızdan ayrılışının beşinci yılı nedeniyle bir şeyler yazmak ve anmak istedim.

Babam Hasan Özerol, 1934 yılında Hekimhan Ballıkaya, eski adıyla Mezirme köyünde doğmuş. Kırklı yılların zor koşullarında öğrenci olmuş. İlkokulu bitirdiğinde köy enstitüsüne girmek istemiş, bazı nedenlerden girememiş. Çocukluk ve okul arkadaşı eski adalet bakanı Seyfi Oktay babamın çalışkanlığını her görüştüğümüzde hala yineler durur.
Babasını küçük yaşta kaybettiği için aile reisi gibi çalışmaya başlamış. Çiftçilik ırgatlık derken duvar ustalığı öğrenmiş. 1959 yılında evimizin alt katını yenilediğinde Gürgür Dedenin babası Ali Çavuş Emmimin bize bıraktığı tek gözlü evde oturduğumuz sıralarda (1962) üst katın ustalığını da kendisi yaptı.
Derken 1953 yılında doğan benimle birlikte 6 çocukları oldu annem Zehra Özerol ile babam Hasan Özerol’un.Bir yandan çiftçilik bir yandan duvar ustalığı derken çocuklarını yetiştirdi, hepsi evli barklı oldu.
2012 yılında annem Çorlu'da aramızdan ayrıldığında babam, “Elmanın yarısı artık yok” demişti. Kendisini de yani elmanın diğer yarısını da 31 Ocak 2019 tarihinde Malatya'da kaybettik.
Babam yalnızca çiftçi ve duvar ustası değil aynı zamanda şair, yazar, ressam, yontucu, çeşitli zanaatlar elinden gelen birisiydi. 60'lı yılların başlarında eski yazıyı öğrenmiş, bağlama çalmayı beceren birisiydi. Ancak yaşam koşullarının zorlaması zamanla bunları unutturmuştu.
Babamın yazdıklarını Babamın Şiirleri (Malatya 2009) ve Babamın Yazdıkları (Ankara 2020) adları altında iki kitapta topladım. Ayrı yayınladığım Babamın Askerlik Günlükleri kitabını ikinci kitaba ekledim.Birinci kitabın basımını kızım Gül Özerol, ikinci kitabın basımının ederini büyük oğlum Ozan Özerol karşıladı. Kendilerine teşekkür ediyorum.Babamın bir şiirini sunuyor, onu saygı ve sevgi ile anıyorum.

İnsansız Köy

Bu mübarek bayram günü
İnsansız bir köye vardım
Dua edip selam verdim
Penceresi kapısı yok

Düşündüm hayal eyledim
Sordum ve sual eyledim
Kendi kendime söylendim
Hiç birinin tapusu yok

Kimisi genç kimi yaşlı
Kimileri ağırbaşlı
Kimileri sırma saçlı
Kimisinin banisi yok

Bu yerin adı mezarlık
Ölümde olmaz ayrılık
Kimi sarhoş kimi ayık
Hiç birinin sanısı yok

Özerol’um sonu ölüm
Orda yatar emmim dayım
O köy en son benim köyüm
Emir haktan çaresi yok

Ballıkaya, 14 Kasım 2004

Ankara, 26 Ocak 2024

13 Eylül 2023 Çarşamba

12 Eylülün 43. Yılı

12 Eylülün 43. Yılı

12 Eylül faşist darbesi yapıldığında 27 yaşında bir gençtim. Urfa'da on beş öğretmenli bir okulda bağımsız müdür olarak görev yapıyordum. Kırk üç yıl geçti aradan ve olanlar, yaşananlar asla unutulmayacak.

Darbenin yedinci ayında (Mart 1981) faşizmin baskısından ben de nasibimi aldım. Kısa süreli de olsa gözaltı, açığa alınma ve sürgün...
Yüzlerce kitap ve kasetin boş yere yok edilmesi yaşadığımız psikolojik ve siyasi baskılar ile diğer etkileri de düşünün artık...
Darbe ve sonrasında yıllarca insanlık dışı davranışlar ve uygulamalar yaşandı. Bunları yinelemek midemi bulandırıyor. Hele de bütün bunların demokrasi adına yapılması hem de Türkiye Cumhuriyeti devletin görevlileri eliyle yapılması uluslararası bir utançtır.
Kenan Evren’in emrine uyanların, izinde gidenlerin yaptıkları gibi, bazı sözleri de unutulmayacak!

Dönemle ilgili çok kısa bir anımı anlatayım.

Urfa Kız Enstitüsü Bahçelievler'de yeni yerine taşınmıştı ve eski binası da Garnizon Komutanlığı olarak kullanılıyordu. Bodrum katta bulunan tiyatro salonu da gözaltı ve işkence haneye dönüştürülmüştü.
Burada bulunduğumuz süre içinde bir gün, rütbesiz giyimli bir asker (en az albay olsa gerek) ile aramızda şu konuşma geçti.
“TÖB-DER’e üye misin?”
“Üyeydim.”
“İstifa mı ettin?”
“Neden istifa edeyim ki? Yasal bir dernek, kapatılınca üyeliğimde düştü.”
Yüzünü buruşturdu, pis pis sırıttı. Zaten çirkin görünümlü ve kısa boyluydu.
“Yasalmış!” dedi.
O zamanlar kan davaları bile sıkıyönetim işlerine bulaştırılıyordu. Hani “At izi it izine karışmış” derler ya; çok ilginç durumlar oluyordu. Pazartesi akşam götürülüştük, cuma günü öğleyin serbest bırakıldık.
Bu tür zatlara göre ülkemizde ne kadar demokratik kitle örgüsü varsa hep terörist vatan haini gibi nitelemelerle değerlendiriliyordu. Yasa dışı yasak gibi bahanelerle de baskı uygulanıyordu. Cumhuriyet hürriyet gibi gazeteler bile yasak sayıyorlardı. Kendilerine taraf olmayanlar zaten yüzyıllar öncesinden katli vacip ilan edilmişti.
Yalnız ülkemizde değil dünyanın hemen her yerinde sağın en büyük özelliği kargadan başka kuş tanımaması idi.
Günümüzde çok mu farklı diyeceksiniz? Elbette ki değil; hala cehalete prim veriliyor, 12 Eylül felsefesi ve faşizm yeni yöntemleriyle sürüyor...

Ballıkaya, 12 Eylül 2023